Son dönemlerde özellikle muhafazakar kesimde kültür dejenerasyonu zirve yapmış durumda. Bunu tok azgınlığı, kültürel evrilme, görgüsüzlük yada paranın insan üzerindeki etkisi olarak da değerlendirebiliriz. Yada sekülerleşen muhafazakar kesimde denebilir.
Nakamura “Dünyada açlık çeken tek bir çocuk bile olduğu müddetçe, her türlü servet çalıntıdır” der. Açlığın, azla yetinmenin, şükrün kıymetini bilmeyen bir muhafazakar nesil ortaya çıkmaya başladı. Tik tok gibi sosyal medya ortamlarında umarsız paylaşımlarda bunu görebiliyoruz.
Muhafazakar kesim modern denen hayatla tanışınca, görsellerine, albenisine ve sunduğu imkanlara yenildi. Kimsesize sahip çıkan, ekmeğini gariple bölüşen, komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir dusturunu unutan bir yapıya evrildi. Tüm değerlerimizi, kavramlarımızı kaybettik. Kendilerinde eksik gördüklerini tamamlayalım derken kendi kimliği ile uyuşmayan sahteliklere yöneldi. Buna ezilen sınıfın evrimleşmesi de diyebiliriz.
Ateistlere, kendi gibi düşünüp yaşamayanlara dinsiz diyen muhafazakar kesim, son dönemde din adına tüm değerlere zarar vermeye başladı. Atalarımız ibadette gizli kabahatte derlerdi. Artık ibadette kabahatte açık açık yapılır oldu. Şekilci dindarlık tavan yaptı. Dini ahlak çöktü, dejenere olmuş bir nesil çıktı ortaya. Verilen tüm mücadele adeta hovardaca harcandı, yerle yeksan edildi. Çağın virüsü olan görünür olma hastalığına kapıldık. Siyasal anlamda iktidar olduk ancak kültürel anlamda yerle yeksan olduk. Bunu Akpartinin başarısızlığana değil Türk toplumundaki ahlaki soruna bağlıyorum ben. Çünkü Muhafazakar kesimden farklı düşünen kesim daha vahim durumda.
Unutmayın dostlar, nasıl zirveye çıktıysak o kadar çabuk düşeriz. Düşüsün hızlı yaşandığı bir dönemde tutunacak dal bulamaz kendimizi dahi sorgulamaktan utanırız. Birleşmemiz, birlikte yürümemiz imkansız hale gelir.
Bizler inancımızla, kültürümüzle, geleneklerimizle binlerce yıl bu topraklara hükmettik. Bunu geleneklerimize, kültürümüze, inançlarımıza bağlı kalarak yaptık. Ancak Avrupa'nın süslü yaşamına özenerek tefekkürü unuttuk. İstanbul sözleşmesi gibi absürd bir anlaşma ile aileyi kaybettik. Öncü liderler yetiştirecek kadını kaybettik. Erkeklerimiz de okeye dördüncü peşinde koşarken inandığımız değerleri yitirdik. Bir lokma ekmek, bir hırka felsefesinden vardığımız son nokta bu. Evlerine hizmetçi alan, yediği yemeği sosyal medyada paylaşan, uçuk kutlamalar yapan, lüks ciplerde türban üzerine takılan rayban gözlüklerle dünyayı göremez olduk. Abdesti, namazı, orucu bozan şeyleri öğrenmekten önce keşke imanı, adaleti, ahlakı, dili, kültürü bozan şeylere daha çok önem verseydik.
İmamı Şafi’nin dediği gibi; ‘Haramın en zoru başıdır. Sonra kolaylaşır, sıradanlaşır, alışılır, tatlanır ve kalbe yerleşir. Sonra kalp başka bir haramı arar.’ Aynen bu hali yaşamıyor muyuz, dostlar. Burada bir karamsarlık oluşturma peşinde değilim. Hala davamız adına bir umudum var. Sadece herkesin uyanması için uyanık kalmış bir öncüye ihtiyaç var. Sözümü Galip Erdem’in şu vecizi ile bitirmek istiyorum: ‘Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük bir noksanımız olduğunu fark ettik: Dava’yı dağın eteklerinde unutmuştuk! Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.’
Laikleşen, kimliklizleşen, para ve makamın esiri olan muhafazakar kesimin tekrar aksiyon sahibi ve cihad ruhu ile donatılmış ruh kimliğine dönmesini diliyorum yüce Allah’ımdan. Unutmayın Peygamberimiz inananlara “sadelik imandandır” diyor.
MUHAFAZAKAR EVRİM
26 Kasım 2019 Salı 09:45
Değerli yazarımız şu an Türkiye'nin son durumunu ozetledin, az bile yazdin,